
Hepimiz, kötü bir şeyi yapmamaya çalıştığımız ama yine de sonunda onu yaptığımız deneyimi yaşamışızdır. Bir adam hayatının hayal kırıklığıyla dolu olduğunu söylüyor. “Engel olan alışkanlıkları bırakacağımı sanmıştım,” diyor, “ama şimdi öncekinden daha kötü gibiyim.” İsa Mesih’i Kurtarıcısı olarak kabul ettiğini söyleyen birçok kişi hâlâ günahın hâkimiyeti ve gücü altında yaşıyor. Sabah kalkıp “Bugün kimseye kırıcı bir söz söylemeyeceğim” demek kolaydır—ama gün içinde beklenmedik bir olay yaşanır ve kendimizi yine dili ısırmak zorunda kalacak bir şey söylerken buluruz.
Belki de kontrolsüz bir öfkeniz var. Bir öfke patlamasından sonra utanırsınız ve bir daha böyle tepki göstermeyeceğinize söz verirsiniz. Günahınızı itiraf ettikten sonra hayatınıza devam edersiniz—ama aynı günah bazen sizi tekrar yakalar. Güne başlayıp geceye kadar günlerce bir planınız, amacınız veya gerçek bir hedefiniz olmadan yaşayıp giden o insan kalabalığının bir parçası mısınız? İçinde sıkıştığınız dar çukurdan çıkıp zaferli bir yaşama geçmeyi hiç arzuladınız mı?
İsa Mesih sizi özgür kılabilir; Mesih’te zaferli bir yaşam sürebilirsiniz. Burada söz edilen “günahsız mükemmellik” değildir. Günahsız olduğunu iddia eden biri ya Tanrı’nın kutsallığını hafife alıyordur, ya da günahın korkunçluğunu hafife alıyordur. Elçi Pavlus bile günah üzerinde tam bir zafer elde etmediğini söylemiştir (Filipililer 3:12). Kutsal Kitap şöyle der: “Öyleyse günah, ölümlü bedeninizde egemen olmasın ki, onun tutkularına boyun eğmeyesiniz” (Romalılar 6:12).
Bir ülkede yaşamakla orada hüküm sürmek arasında fark vardır. Birçok Hristiyan Amerika’da yaşıyor olabilir, ama burada egemenlik sürmezler. Aynı şekilde, günah doğamız içimizde yaşamaya devam eder ama onun bize hükmetmesine izin vermemek bizim sorumluluğumuzdur.
Bilmek (Know)
Romalılar 6, günahın gücünden kurtuluşla ilgili çok önemli gerçekleri içerir. Mektubun ilk beş bölümü herkesin Tanrı önünde suçlu olduğunu açıkça ortaya koyar. Ama tövbe ve iman anında Tanrı, o kişiyi doğru ilan eder ve Hristiyan yaşamı böylece başlar. Ancak hepimiz şunu biliriz: Yeni iman eden kişi çok geçmeden büyük bir gerçekle yüzleşir—içimizde barınan günah gerçeği.
Hristiyan olmak bir şeydir; kutsal bir yaşam sürmek ise bambaşka bir şeydir. Mesih’in bizim için öldüğünü kabul etmek bir şeydir; ama Mesih’in yaşamını içimizde yaşamak bambaşka bir şeydir. Romalılar 6. bölüm, nasıl bir yaşam sürmemiz gerektiğini değil, o yaşamı nasıl sürdürebileceğimizi açıklar.
Bu açıklama dört kelime etrafında şekillenir: İlki “bilmek”tir.
Tanrı’nın gözünde her imanlı, Mesih’in ölümü ve dirilişiyle birlikte ölmüş ve dirilmiştir. Bu büyük gerçeği bilmeden zaferin sırrını kavrayamayız. Çarmıh’ta biz, İsa Mesih’le özdeşleştik. Pavlus, Galatyalılar 2:20’de bu yüzden şöyle demiştir: “Mesih’le birlikte çarmıha gerildim.” Romalılar 6:3-5’te de vaftizin, günaha karşı ölüp Mesih’le birlikte dirilişin simgesi olduğunu belirtir. Suya girmek bir mezara gömülmek gibidir; sudan çıkmak da mezardan dirilmek gibi.
Bu fiziksel duyguya dayanmaz—Kutsal Kitap ne diyorsa, ona inanırız. İsa’nın bizim için öldüğünü nasıl biliyoruz? Kutsal Kitap öyle dediği için. Aynı şekilde, Mesih’le birlikte öldüğümüzü de yalnızca Kutsal Kitap’a dayanarak bilebiliriz.
Romalılar 6:6-10 arasında Pavlus, Mesih’le birlikte çarmıha gerilişimizin günahın hâkimiyetini sona erdirdiğini açıklar. 6. ayet şöyle der: “Eski benliğimiz O’nunla birlikte çarmıha gerildi ki, günahlı benlik etkisiz kılınsın, artık günaha kölelik etmeyelim.” Burada geçen “etkisiz kılınmak” ifadesi, yok edilmek anlamında değildir. Asıl anlamı: “Geçersiz, etkisiz, işlevsiz hale getirmek.” Bu, bir sözleşmenin yürürlükten kaldırılması gibidir. Belge hâlâ oradadır ama artık yasal gücü yoktur. Aynı şekilde, günah hâlâ içimizde varlığını sürdürür ama gücü kırılmıştır.
Günah doğamız yok edilmemiştir; tamamen Mesih’in kollarında olduğumuz zaman ortadan kalkacaktır. O zamana kadar, bu doğaya karşı ölü olduğumuzu kabul etmekle yükümlüyüz.
Köydeki bir alkolik düşünün. Bir ömrü içkiden başını kaldıramamış ve sonunda erken yaşta hayatını kaybetmiş. Onun tabutunun başına gelip bir sürü içki şişesi koysanız bile, ölü bir insan için bunların hiçbir cazibesi olmaz. Ölüm, alkolle olan bağını kesmiştir.
“Ama,” diyebilirsiniz, “günaha karşı ölü isem, neden hâlâ onunla bu kadar sık karşılaşıyorum?” Çünkü ölen günah değil; ölen biziz. Günahın çağrısına karşı ölü olmamız gerekiyor.
Saymak (Reckon)
Romalılar 6:11 şöyle der: “Aynı şekilde, kendinizi günah karşısında ölü, Tanrı karşısında ise Mesih İsa aracılığıyla diri sayın.” Tanrı, Mesih’in öldüğü zaman bizim de O’nunla birlikte öldüğümüzü bildiriyor. Şimdi, bunu biz de bir gerçek olarak kabul etmeliyiz.
“Saymak” kelimesinin Grekçesi “hesaba katmak, matematiksel olarak doğru kabul etmek” anlamındadır. Tanrı ne diyorsa, biz de öyle kabul etmeli ve ona göre davranmalıyız. Bu, günahın yok olduğunu saymak değildir. Günah doğası hâlâ bizde mevcuttur. Ama biz kendimizi onunla ilişkili olarak ölmüş sayarız.
Bu, bazı kültürlerde olduğu gibi, Hristiyan olan bir Yahudi ya da Hindu’nun ailesi tarafından bir cenaze töreniyle “ölü” ilan edilmesine benzer. Aile artık o kişiyi yok sayar. Hâlâ hayattadır ama aile onu ölü kabul eder. Biz de günahla ilgili olarak böyle davranmalıyız—yani onun hâlâ var olduğunu bilsek de, onunla ilişkimizi ölmüş gibi kabul etmeliyiz.
Bu kolay bir süreç değildir. Gerçekten kaybettiğiniz birini unutmak gibi zaman alır. Her şeye rağmen kendinizi tekrar tekrar “Ben o günaha karşı ölü sayılıyorum” diye uyarmalı ve buna göre yaşamalısınız. Kutsal Kitap okumak önemlidir, dua etmek şarttır, kiliseye gitmek değerlidir—ama hiçbiri, “Mesih’le birlikte öldüm” diyerek günaha karşı kendimizi ölü sayma eyleminin yerini tutamaz.
Teslim Olmak (Yield)
Romalılar 6:13 şöyle der: “Bedeninizin üyelerini günaha araç olarak sunmayın. Kendinizi Tanrı’ya teslim edin… bedeninizin üyelerini doğruluğun araçları olarak Tanrı’ya sunun.” Artık sadece günaha karşı ölü olmakla kalmamalı, aynı zamanda kendimizi Tanrı’ya teslim etmeliyiz.
Teslim olmak, iradeyi devretmek, kendini başkasının tasarrufuna bırakmak demektir. İki kişi birbirine karşı mücadele ederken, biri teslim olduğunda mücadele biter. Teslimiyet, Tanrı’ya adanmışlığın ve kutsal yaşamın en önemli adımıdır. Bu, benliğimizin ve bencil planlarımızın tamamen Tanrı’ya bırakılmasıdır. Yeteneklerimizi, aklımızı, bedenimizi, gücümüzü—her şeyimizi Tanrı’nın hizmetine sunmaktır.
Romalılar 6:13’te yazdığı gibi, daha önce bedenimizin üyelerini (ellerimizi, gözlerimizi, kulaklarımızı, zihinlerimizi, tutumlarımızı) günaha hizmet etmek için kullanıyorduk. Şimdi ise bu aynı üyeleri Tanrı’nın doğruluğuna hizmet için sunmalıyız. Zihnimiz O’nunla düşünmeli. Kalbimiz O’nunla sevmeli. Ayaklarımız O’nunla yürümeli. Ellerimiz O’nunla çalışmalı. Gözlerimiz, kulaklarımız, dilimiz—hepsi Rab İsa’ya ait olmalı.
Ne yazık ki birçok imanlı, bedenini Şeytan’a teslim ederek farkında olmadan Tanrı’nın düşmanına hizmet ediyor. Kurtulmamış bir insanın Şeytan’a hizmet etmesi korkunç bir şeydir; ama Tanrı’nın çocuğu olduğunu söyleyen birinin Şeytan’a araç olması çok daha dehşet vericidir. Şeytan biri hakkında iftira yaymak istediğinde, bir imanlının dilini kullanmayı bir günahlınınkine tercih eder.
Şeytan bir yanda durup “Bedeninin üyelerini bana ver” derken, Rab İsa diğer yanda şöyle seslenir: “Çocuğum, yeteneklerini bana, doğruluğun aracı olarak sun.” Tercih her bireyin kendi elindedir.
Bir insan, büyük bir ateşin önüne geçerse, ısınmama seçeneği yoktur. Çünkü doğa yasası işler. O kişi yalnızca ateşe yaklaşmakla kalır, ısınması otomatik olarak gerçekleşir. Aynı şekilde, eğer kendimizi Tanrı’ya sunarsak ve bedenimizi O’nun hizmetine verirsek, O bizde çalışmaya başlar. Kutsal Ruh’un meyveleri hayatımızda yeşermeye başlar.
İstersek Tanrı’ya yaklaşabiliriz. Ama yaklaştıktan sonra artık ruhsal anlamda meyve vermemiz kaçınılmazdır. Kendi başımıza kutsal olamayız, ama kendimizi Tanrı’ya sunduğumuzda, O bizim hayatımızda aktif şekilde çalışmaya başlar. Tıpkı ateşe yaklaşan kişinin ısınması gibi.
İtaat Etmek (Obey)
Romalılar 6:16 şöyle der: “Kime kendinizi köle olarak sunar, itaat ederseniz, o kişiye köle olmuş olursunuz: ya günahın kölesi olup ölüme gidersiniz, ya da itaatin kölesi olup doğruluğa erişirsiniz.”
Kutsal Kitap bize şu dört şeyi yapmamızı söyler: BİLMEK, SAYMAK, TESLİM OLMAK ve şimdi de İTAAT ETMEK. Günlük yaşamda Tanrı’ya itaat etmek gerekir. İtaat, Tanrı’nın Sözü’ne dikkatlice kulak vermek ve gereğini yerine getirmektir. Bilmek, saymak ve teslim olmak anlık kararlarla yapılabilir. Ama itaat, bu kutsal sürecin bir ömür boyu devam etmesini sağlar.
Günaha karşı ölü olduğumuzu sayma eylemi bir defalık değil, sürekli bir program olmalıdır. Çünkü Şeytan asla tamamen pes etmez. Bazen bizi bir süreliğine rahat bırakıp Tanrı’nın bereketlerinin hayatımıza akmasını izler; ama sonra tekrar saldırır. Luka 4:13’te de Şeytan’ın bir süre için geri çekildiği, ama sonra yeniden saldırmak üzere döneceği anlatılır.
Bu nedenle, sürekli olarak günaha karşı ölü olduğumuzu hatırlamalı ve buna göre yaşamalıyız. Kutsal Kitap bize “günah işleyemeyeceğimizi” söylemez; ama “mutlaka günah işleyeceğimizi” de söylemez. Günah işlemek doğamızda var olabilir, ama günah işlememek bizim sorumluluğumuzdadır.
İsa’yla olan kimliğini bilen, bu gerçeği hayatında uygulayan bir imanlı, Mesih’in kendisinde gerçekleştirmek istediği zaferli yaşamı tecrübe etmeye hazır hale gelir. O kişi, Pavlus’un şu sözünü gönülden söyleyebilir:
“Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla bize zaferi kazandıran Tanrı’ya şükürler olsun” (1. Korintliler 15:57).
Zafer Kolay Değildir
Zaferli bir Hristiyan olmanın kolay bir yolu yoktur. Hiç kimse tek bir duygusal deneyimle olgun ve zaferli bir imanlı haline gelemez. Ayartılar geldiğinde, “Bu günaha karşı öldüm” diyerek kendimize hatırlatmalı, sonra başımızı kaldırıp şöyle demeliyiz: “Tanrım, artık sana aitim. İşte ellerim, gözlerim, dilim—hepsi Senin hizmetin için hazır.”
Ne yazık ki aramızda hâlâ eskisi gibi olanlar çok! Dindarız ama doğru değiliz. Vaftiz olmuşuz, neredeyse her Pazar ibadete katılıyoruz ama derinlik arayan bir kalbimiz yok. Kutsal yaşam konusunda yüreği ılık olanlara Tanrı merhamet etsin!
Tanrı’nın kurtarıştaki büyük amacı sadece cehennemden kurtulmamızı ve cennete gitmemizi sağlamak değildir. Tanrı’nın amacı bizi Oğlu’nun suretine benzetmektir. O, bizim İsa gibi olmamızı istiyor.
Bir masalda, derin bir çukura düşmüş bir kurbağadan bahsedilir. Tüm çabalarına rağmen çıkamaz. Diğer kurbağalar da gelip yardım eder ama nafile. Ertesi gün, aynı yoldan geçen bir arkadaşı onu çukurun dışında zıplarken görür. Şaşkınlıkla sorar: “Dün seni çukurdan çıkamıyor diye bırakmıştık!”
Kurbağa cevap verir: “Evet, öyleydi. Ama koca bir kamyon geldi… ve mecburen çıktım!”
Şeytan insanlara, “Kutsal bir hayat yaşanmaz zaten” diye fısıldar. Ama kutsal bir hayat mümkündür—yeter ki isteyelim! Ama çoğumuz umursamıyoruz bile. Bazı kilise üyeleri, kutsal yaşamı bir seçenekmiş gibi görür. Küçük günahlarını bilerek sürdürür ve bunu “Kim mükemmel ki?” diye geçiştirirler. Vaftiz oldukları, kiliseye üye oldukları ve “Altın Kural”ı uygulamaya çalıştıkları için Hristiyan olduklarını düşünürler.
Ama kutsal bir yaşam sürmek bir seçenek değil, zorunluluktur. Bu yaşam sona erdiğinde cenneti görmek istiyorsak, burada ve şimdi kutsal yaşamı seçmek zorundayız. Kutsal Kitap der ki:
“Herkesle barış içinde yaşamaya ve kutsallığı izlemeye gayret edin. Kutsallık olmadan hiç kimse Rab’bi göremez.”
(İbraniler 12:14)
Tanrı’nın kutsal şehrine gitmek isteyenler, burada kutsal yaşamla yürümeyi seçmek zorundadır.