
Başından beri Tanrı hakkında en kafa karıştırıcı sorulardan biri şudur: “Eğer Tanrı varsa, neden hayatımda zorluklara izin veriyor?” Bu “zorluk” pek çok şey olabilir. Maddi özgürlüğün kaybı olabilir, bir sevdiğin ölümü olabilir, kalp kırıklığının acısı, yaşlılığın kırılganlığı ve yalnızlığı olabilir – ve evet, SAVAŞ da bunlardan biri olabilir.
Eğer Tanrı sevgi ve adalet Tanrısıysa – ki kendisi öyle olduğunu söylüyor – neden nefretin öyle bir noktaya gelmesine izin verir ki insanlar silahlara sarılıp birbirlerine ateş açsın? Masumların haksız yere katledilmesine, bu kadar zalimce ve merhametsizce olanlara neden izin verir? Tüm bu kan dökme ne için… birkaç kişinin istediklerini elde etmesi için mi?
Muhtemelen her insan hayatında bir noktada bu kafa karıştırıcı soruları sormuştur. Bu soruları yalnızca sizin sormadığınızı bilmek bir nebze teselli olabilir. Ancak ısrarla sorulan ve kafa karıştıran sorular, cevap ister. En azından öyle olduğunu düşünürüz. Hatta cevapları talep ederiz. Bu cevapları hak ettiğimize inanırız. Ve eğer bir cevap alamazsak, Tanrı’yı sorgulamaya başlarız. “Eğer gerçekten Tanrı varsa, durumumuz için mantıklı bir açıklama verirdi” diye düşünmeye başlarız.
Hayatın mantıklı olmasını isteriz. Sebep-sonuç ilişkisini yaşamak hoşumuza gider. Bu yüzden Tanrı bir şeye izin verdiğinde, bunun mantıklı olması gerekir. Ama hayat mantıklı olmadığında, Tanrı’yı sorgulamaya başlarız. İşte tam da burada yanlışa düşeriz. Eğer hayat zaten anlamlı olsaydı, neden daha üstün bir güce güvenmeye ihtiyaç duyardık ki? Savaşlar mantıklı, temiz ve tatmin edici olsaydı, onları olağan karşılar ve yolumuza devam ederdik.
Bu tür bir soruya yanıt ararken modern dünyada yaşadığımız bir diğer zorluk da, insanın olağanüstü becerilerine olan güvenimizdir. Zor koşulları aşma, karmaşık soruları çözme ve hayal edilebilecek her türlü “dağı” hareket ettirecek makineler geliştirme konusundaki başarımıza alıştık. Ama Tanrı, insanın kontrolünün ötesinde bir duruma izin verdiğinde, birdenbire ne kadar küçük ve çaresiz olduğumuzu fark ederiz. Tanrı küresel felaketlere, dünya savaşlarına ve salgın hastalıklara izin verdiğinde, neredeyse tamamen güçsüz olduğumuzu kabullenmek zorunda kalırız.
“Tanrı neden buna izin veriyor?” sorusunun iki yanıtı vardır.
Birinci cevap: Hiçbir cevap yok. Bu kulağa garip bir yanıt gibi gelebilir ama aslında öyle değildir. Eğer Tanrı gerçekten Tanrı ise, O’nun cevabı bizim bilmeyeceğimiz bir şey olabilir ve biz de bu duruma razı gelmeliyiz.
Yeşaya 55:8-9:
“Çünkü benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, sizin yollarınız da benim yollarım değil” diyor RAB. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, benim yollarım da sizin yollarınızdan, düşüncelerim de sizin düşüncelerinizden o kadar yüksektir.”
Eğer Tanrı bir insan olsaydı, muhtemelen düşünceleri bize mantıklı gelirdi. Ama Tanrı olduğu için, bombalanmış şehirlerin harabesi ve binlerce – hatta belki milyonlarca – insanın kanının dökülmesine izin verme nedenleri, bizim anlayışımızın çok ötesindedir.
İkinci cevap, birincisinin devamıdır: Tanrı bizden O’na güvenmemizi ister – anlamasak bile. Çünkü eğer elimizde bir cevap yoksa ya da olan mantıklı değilse, geriye kalan tek seçenek nedir? Tanrı’yı hayatımızdan çıkarmak mı? Ama o zaman geriye ne kalır? İnsanın gücü mü? Ama bu sınırlıdır; çünkü insan her istediğini yapamaz. Hükümetlerin gücü mü? Doğal ya da insan kaynaklı felaketlerde devletler de ancak belirli bir yere kadar çözüm sunabilir. Uzay ya da uzaylı yaşamı mı? Ama bilimsel gerçekler sınırlıysa, bilim kurgu çok daha sınırlıdır. Geriye ne kalır? Hiçbir şey.
Bu nedenle Tanrı bu tür karmaşıklıklara izin verir – dikkatimizi O’na çekmek için. Geriye sadece Tanrı’nın ilahi iradesini kabul etmek ve neden bu tür olaylara izin verdiği konusunda bize açıklama borçlu olmadığını anlamak kalır.
Eğer Tanrı’yı zaten tanıyorsanız, O sizi kendisine daha da yakınlaştırmak için çağırıyor. Güven duyabileceğiniz her şeyi sizden alıyor. Sizi yalnızca İsa Mesih’e güvenmeye çağırıyor. İsa, Tanrı’nın Oğlu olarak bu dünyaya geldi. Gelmeyi, acı çekmeyi ve çarmıhta ölmeyi kabul etti. Bunu yaparken kanını feda etti; böylece tüm insanlığa kurtuluş sunuldu. İsa’nın bu değerli kanı, O’na sadakatle yönelen ve kurtuluşu kabul eden insanların kalbindeki bütün günahları mucizevi bir şekilde silebilir. Yeryüzünde başka gidecek yer kalmadığını anladığımızda, İsa’ya dönelim. O zaman günahlarımız bağışlanacak ve gerçek huzuru bulacağız. Bu dünyanın savaşları ve çatışmaları, bizlere savaşsız, huzurlu ve güzel göksel yuvamızı hatırlatır!
Eğer Tanrı’yı tanımıyorsanız, O sizin dikkatinizi çekmeye çalışıyor. Sizi seviyor. Müjde (İncil) mesajı sizin içindir.
Yuhanna 3:16:
“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.”
Tanrı bu kafa karıştırıcı olaylara izin veriyor çünkü her birimizi seviyor. Bizi seviyor ve O’na güvenmemizi istiyor. Tanrı savaşa izin verirken, bize de özgür irade verir – O’nu seçmemiz için. Savaşın karanlık bulutları arasında bile İsa’yı – Dünyanın Işığı’nı – seçmek, Hristiyan için karanlığın ve yıkımın ortasında bile ışık ve iyilik dolu bir yaşam sağlar. Karanlığı seçenler ise kendilerini cehenneme giden kolay bir yolda bulurlar. Mesih’i seçenler ise sonsuz, ebedi ve görkemli bir hayat bulurlar. Hayatta ne olursa olsun, eğer O’na inanır ve O’nun Sözüne itaat edersek, bu vaatler bizim olacaktır. Romalılar 8:38-39: “Eminim ki, ne ölüm ne yaşam, ne melekler ne cinler, ne şimdiki ne gelecek zamanlar, ne güçler, ne yükseklik ne de derinlik, ne de başka bir yaratık, bizi Rabbimiz Mesih İsa’da olan Tanrı’nın sevgisinden ayıramaz.”